Afganistan en eski çağlardan beri önemli göç, askeri, ticari yolların kesiştiği stratejik bir konuma sahiptir. Buna bağlı olarak ilkçağlardan itibaren pek çok müstevli grubun faaliyet alanını oluşturmuş, bu bağlamda huzurlu, rahat, sükun içerisinde geçen günlerin az yaşandığı bir ülke, tarihinin büyük bir bölümünü günümüzde olduğu gibi acı, ızdırap, kargaşa içerisinde geçirmiş bir bölgedir.
Bu bölge, ana yurda yakınlığı, göç yolları üzerinde bulunması hasebiyle yüzyıllar boyunca da Türklerin ilgi alanı içerisinde yer almış, büyük oranda da milletimize yurt olan bölgelerden birisini teşkil etmiştir.
Afganistan ile Türklerin ilgisini daha Andronova çağına yani M.Ö. I.binin başlarına kadar götürmek mümkün ise de tarihi kaynaklar bu ilginin ancak M.Ö. II.yüzyıldan itibaren söz konusu edilebileceğini kesin olarak ortaya koymaktadır. Önce ünlü Hun hükümdarı Mao-tun’un önünden batıya; İli, Çu, Narin Nehirleri havzasına çekilen, bu arada kısmen Afganistan’a da giren Yüeçiler, M.Ö. II.asırda Maotun’un oğlu Giyük Kağan’ın taarruzları sonucunda büyük ölçüde Afganistan’a çekilmiştir. Bugün genellikle Türk kültür dairesi içerisinde bir topluluk olarak görülen Yüeçilerin büyük bir kısmının Issıg Göl civarını terk ederek Soğdiana üzerinden bugünkü Afganistan’daki Tahia’ya gelip yerleşmeleri bölge ve Türk tarihi açısından önemli bir husustur.
Müteakip bir asır içerisinde Tahia bölgesinde kendilerini toparlayan Yüeçiler, milat başlarında Kuşan yabguluğu etrafında birleşerek günümüzde de Afganistan’ın siyasi birliğini temsil eden Kâbil’i de ele geçirerek bölgede önemli bir güç olarak ortaya çıkmıştır.
Makedonyalı İskender’in artığı Baktria Helenleri Devletini ortadan kaldıran Kuşanların en parlak ve tarihlerinin de en iyi bilinen dönemini Kanişka’nın hükümdarlık devri teşkil eder. Yaklaşık yirmi üç yıl süren bu dönemde, bütün Ganj nehri boyu ile Dekken’e kadar uzanan Kuzey Hindistan da hâkimiyet altına alınmış, başşehir Pataliputra’ya yani bugünkü Peşaver’e nakledilmiştir. Böylelikle pek çok Türk hükümdarının yapmak isteyip de gerçekleştiremediği Hindistan ile Türkistan’a aynı anda hakim olma düşüncesini Kanişka/Kaniçgen fiilen hayata geçirmiştir. Aynı zamanda bu dönemde Buda dini de iyice gelişmiş, Kanişka’nın topladığı konsille cihanşümül bir din haline gelmiştir.
Afganistan’da Kuşan hakimiyeti M.S. III.yy.’ın başlarından itibaren sarsılmaya başlayacak ve nihayet bahse konu asrın ikinci yarısında Sasani Hükümdarı I. Şapur (241-272) tarafından Pencab’ın kuzeyindeki topraklar, yani güney Afganistan’ın büyük bir kısmı işgal edilmek suretiyle büyük ölçüde ortadan kaldırılacaktır. Ancak Kuşanlar için esas tehdit kuzeyden; Maveraünnehr’den gelmiş ve Chionita yani Hun boylar birliğine dahil Akhunlar/Eftalitler 455’ten itibaren Tirmiz, Talekân, Kunduz, Vaşkird, Bamiyan bölge ve merkezlerini ele geçirerek son Kuşan bakiyelerini de ortadan kaldırıp bütünüyle Afganistan’a hakim olmuşlardır.
Akhunlar daha sonraları Gazneliler, Gurlular ve Timurluların da tatbik ettiği gibi, Afganistan’ı Hint kıtasına bağlayan önemli yollar üzerinde bulunan Gazne üzerinden hareketle önce Pencap bölgesini sonra da bütün Kuzey Hindistan’ı hakimiyetleri altına alacaktır Nitekim 557’de Batı Göktürk- Sasani ittifakı sonucunda Akhun hakimiyeti Afganistan’da sona ererken Hindistan’da da bir yüz yıl daha yaşama imkanı bulacaktır.
Afganistan’da Akhun hakimiyeti sona ererken Akhun federasyonu içerisinde yer alan Eftaltit, Halaç, Karluk vb. Türk grupları bazen küçük siyasi teşekküller halinde bazen de dağlık bölgelere çekilerek yaklaşık dört yüzyıl, yani Gazneliler gelinceye kadar bölgede varlıklarını sürdüreceklerdir. Bu arada bir kısım Türk grupları da ortaya çıkan dağılma ve birleşmelere bağlı olarak Hazaralar gibi gelecekte ortaya çıkacak Türk gruplarının temelini teşkil etmeye başlayacaklardır.
O arada Belh, Bedehşan, Kunduz, Gazne gibi merkezler Batı Göktürk Kağanlığının hakimiyeti altında yaşamış, 758 yılında Müslüman Arapların yöreye ulaşmasıyla birlikte bölgedeki bütün dengeler altüst olmuştur. Ancak bu dönemde Ohind merkez olmak üzere Hindukuş’un kuzeyinden Sind Nehrine kadar uzanan yörede hakim olan Türkşahiler yanında Gur ve Kabil arasındaki bölgede de önemli ölçüde Türk grupların varlığını sürdürdüğünü ilk dönem İslam kaynakları haber vermektedir.
Samanilerin X.yy.’ın ikinci yarısına doğru çökmeye yüz tutması üzerine Gazne’de yeni bir siyasi teşekkülün temellerini atan Alptigin, kısa sürede Gazne, Bust, Kabil, Herat yörelerine hakim olacaktır. Böylece bölgenin Türk unsurları Gazneliler etrafında yer alıp onların Hind seferlerinde de önemli vazifeler üstlenerek coğrafi manada bugünkü Pakistan’ın daha o zaman temellerini atacaklardır.
Alptigin’in bu başarıları Horasan ve Maveraünnehr’de büyük yankı uyandıracak pek çok kişi buradan göç ile Afganistan’a gelip Alptigin ve sonra da Sebüktigin’in etrafında yerini alacaktır. Sebüktigin de efendisi gibi Afganistan’da Lamghan, Peşaver gibi önemli bölgeleri tamamen hakimiyeti altına alarak Türk birliği temelinde bölgenin bütünlüğünü sağlayarak bir taraftan Horasan, diğer taraftan Hindistan yönünde genişlemek suretiyle 998’de öldüğü sırada oğlu Mahmud’a Harezm’den Kannauç’a , Merkezi İran’dan Doğu Türkistan’a kadar uzanan geniş bir ülke bırakacaktır. Gazneli Mahmud’un dönemi bilindiği gibi bu devletin en parlak çağlarını oluşturur.
Ancak 1040 yılında Dandanakan’da Selçuklular karşısında alınan mağlubiyet sonucunda Gazneliler inkıraza uğrarken bu devletin İran’da hakim olduğu topraklar yanında Harezm, Sistan ve Garcistan’la beraber Afganistan’ın bir kısmı da Selçuklu hakimiyeti altına girecektir. XII.yy.’ın ikinci yarısından itibaren Büyük Selçuklu İmparatorluğu çökerken Afganistan, yarım asır kadar bir süre tamamen Memluk asıllı Türklerden kurulu ordulara dayanan Gurluların elinde kalacak, nihayet 1215 yılından itibaren Harezmşahların hakimiyetine girecektir
Harezmşahlar Devleti’nin de Afganistan’daki hakimiyeti çok uzun ömürlü olmayacak ve bu dönemde güçlü bir şekilde Türk nüfusla meskun olan Afganistan, dönemin en büyük felaketi olan Çingizli istilasından korunamayacaktır. Zira Harezmşahlıların ünlü hükümdarı Alaaddin Muhammed, Çingizliler karşısında her şeyini kaybedip Hazar denizinde ıssız bir ada olan Abiskun adasında hayata veda ederken yerine veliaht olarak atadığı Celaleddin, mücadeleyi Afganistan’a taşıyacak dolayısıyla Afganistan, 1222 yılından itibaren Çingizlilere karşı direnişin merkezi haline gelecektir
Nitekim Harezm, Horasan ve Maveraünnehr’de tutunamayacağını anlayan Celaleddin Harezmşah, kendisine katılanlarla birlikte Gazne’ye doğru ilerlerken onu takip eden Çingizli kuvvetleri de Tirmiz, Talekan, Herat ve Bamiyan’a girerek Gazne’ye yönelecek, bu arada geçtikleri yerleri tamamen harabeye çevirecektir. Öyle ki Çingizliler, bölgede insanların beslenme, barınma ve giyinme ihtiyaçlarını sağlayacak hiç bir şey bırakmamaya büyük bir özen gösteriyor adeta bölgeyi çöle çeviriyordu..
Çingizliler, yaklaşık dört yıl içerisinde Afganistan’ın tamamına hakim olarak Celâl ed-din’in Sind’e çekilmesini sağlarken ülkeyi de tam manasıyla bir harabeye çevirmişlerdi. Ancak bu ülkede uzun süre; Ögedey dönemine kadar sağlam bir idari yapılanma tesis edemediler. Bunun da en büyük sebebi bu coğrafyayı kontrol edebilecek nüfusa sahip olmamalarıdır. O sebeple Gazne merkez olmak üzere Kurma’h ve Baniah nehirlerine sınır olan şehirlerde daha önceden Harezmşahların vasalı olan Melik Seyf ed-din Hasan Karluk’un bir müddet hakimiyetini sürdürdüğü görülmektedir ki bu da yöredeki en güçlü Türk boylarından birisi olan Karlukların nüfus yoğunluğuyla izah edilebilecek bir husustur. Ancak Ögedey döneminde içeride istikrar sağlanır sağlanmaz Moğollar, tekrar Ceyhun’un güneyine yönelecek başta Gazne ve Gur olmak üzere Germsir, Toharistan, Herat bölgeleri yeniden işgal ederek Afganistan’ın merkez kesimine hakim olacaklardır.
Moğol hakimiyeti altındaki bölgelerin ahalisi büyük oranda daha güneye Lahor, Uç, Multan ve nihayet Hindistan’a çekilirken onlardan boşalan Afganistan arazisine de kuzeyden yeni bir Türk dalgası göçle gelip yerleşecektir. Bunların arasında varlıkları bilinen ve bölgeye göç etmiş olan Moğol soylu kabilelerin çok fazla bir yekun tutmadıkları da bir gerçektir, Dolayısıyla Afganistan, büyük çoğunluğu Türk zümrelerine mensup grupların gelip yerleştiği, bir başka deyişle Moğol istilası sonucunda Anadolu gibi yeniden Türkleşen bölgelerden birisi haline gelecektir. Özellikle Çağatay’ın bölgeye atadığı Karaçor Noyan’ın mensubu bulunduğu Barlasların Afganistan’a gelip yerleşmesi bölgedeki Türk nüfusu yeniden canlandıracak, bu kabileler daha sonra Timur’un ortaya çıkışını hazırladıkları gibi ondan sonra da torunu Babur’a bir cihan devleti kurma imkanını bahşedeceklerdir
Babasından kalan Fergana topraklarına hakim olamayan Babur, belirli bir dönem kazaklıktan sonra Kabil ve çevresini ele geçirerek Kandahar ve Herat’a yayıldığı gibi gelecekteki Kuzey Hindistan’daki hakimiyetin temellerini burada atacaktır. Bir ara Safevi-Baburlu çekişmesine de sahne olan Afganistan’da bu dönemde Gılzaylar ile Kalaçların tekrar ön plana çıkışı dikkati çeker. Nitekim Baburlu-Safevi mücadelesinin merkezinde yer alan Kandahar, Gılzaylar tarafından tutulmuş, bu husus Babruluların Afganistan üzerindeki hakimiyetlerinin devamına imkan vermiştir. Ancak Gılzaylardan bir grup olan ve Kandahar’dan sürülmüş bulunan Abdalilerin desteğini sağlayan Safevilerin de bölgedeki iddiası XVII.yy.’ın sonuna kadar sürecektir. XVIII.yy.’ın başlarına gelindiğinde özellikle Evrengizb’in 1707 yılında ölümünü müteakip Hindistan’da Baburlular düşüşe geçerken Afganistan’da da Gılzay ve Abdaliler’de bağımsız bir devlet kurma fikri gelişecek, nihayet bu asrın ortalarında Safevi Devletinin yıkılması ile Afganistan’a ilk defa bir milli unsurun öncülüğünde müstakil bir devlet tesis etme yolu açılacaktır. Bu sırada İran’a hakim olan Nadir Şah’ın 1738’de Kandahar’ı alıp Dehli’ye kadar uzanan seferi bahse konu gelişimi sadece geciktirecek ve onun 1747’de ölümünü müteakip Nadir’in komutanları arasında yer alan Ahmed Han Abdali, Afgan şahı olarak Afganistan’ın ilk milli devletinin temellerini atacaktır.
Bu gelişme, bölge Türklüğünün geleceğinde de büyük bir kırılmanın başlangıcını teşkil etmiştir. Son iki yüz yıllık süreçte Kaşgar’dan Viyana önlerine kadar uzanan hatta, gelişimini sürdürüp muazzam bir seviyeye ulaşan Türk kültüründen yeterince nasiplenemeyerek kısmen yerelleşmeye başlayan Afganistan’daki Türk kültürü, temsil edildiği kabilelerin de etnisite bakımından bir değişim ve dönüşüme uğramasına zemin hazırlayacaktır. Özellikle Gılzayların bir kesimi zamanla Afganlaşırken bir kısmı da bugünkü Hazara gruplarının şekillenmesini sağlayacaktır. Bu arada Abdalilerin kuzeye; bugünkü Afganistan Türkistan’ına yayılarak önemli ölçüde bir Özbek Türk nüfusunu siyasi bünyesine dahil etmiş olmasıyla da belirgin bir şekilde günümüze kadar gelinecektir. Bugün Afganistan’da binyılların birikimi olan Türk varlığı, kuzeyde yeni ilhak edilen topraklarda yaşayan Özbekler, nüfusları istenilen ölçüde artmayan Türkmenler ve Hazaralarla temsil edilir bir konuma düşecektir.
Doç.Dr. Neslihan Durak İnönü Üniversitesi Öğretim ÜyesiAfganistan Hazaraları Derneği